Bu metin, E. Şeyma Bilmen tarafından 16 Aralık 2024 tarihinde düzenlenen çevrimiçi “Psikanalitik Okuma Grubu” toplantısında, Harry Guntrip’in “Şizoid Görüngü, Nesne İlişkileri ve Kendilik” isimli eseri üzerine yapılan okuma atölyesinde sunulmuştur.
Sunumum her ne kadar Guntrip’in derin sularında ilerleyecek olsa da Fairbairn, Klein ve Freud’dan da birçok alıntıya yer vereceğim. Guntrip, eserinin başlarında şizoid örüntülerle ilgili analiz örnekleri ve çıkarımlar sunuyor olsa da, ben en derin yorumların “Depresif ve Şizoid Tepkiler” başlığında ortaya çıktığını düşünüyorum. Bu nedenle sunumuma bu noktadan başlamaya karar verdim.
Şizoid bireyler, gereksinim duydukları kişiden arzularını elde edemediklerinde, yalnızca öfke değil, karşılanmayan ihtiyacın yarattığı bir açlık hissiyle daha da derinleşen bir gerilim yaşarlar. Bu açlık hissini yatıştıramadıklarında, sevgi nesnesine sahip olma arzusuyla dolup taşarlar. Ancak bu arzu, çoğu zaman, nesneyi içe alıp yutma ve adeta bir bütün haline gelme özlemiyle şekillenir. Bu durum şizoid bireyde acı verici bir içsel birikime neden olur.
Depresif örüntüyü ise sevme korkusuyla tanımlayabiliriz. Bu korku, nefretin yıkıcı bir hal alabileceği ve sevginin kaybına yol açabileceği endişesinden kaynaklanır. Şizoid bireylerde ise sevme korkusu, sevginin yıkıcı bir hal alabileceği ihtimalinden beslenir. İki tutum arasındaki farkı değerlendirdiğimizde, nesne algılarındaki ayrılıklar dikkat çeker.
Şizoid, nesneyi arzulanan bir terk edici, ya da Fairbairn’in deyişiyle, açlık duygusuyla peşinden koşacağı ama ona tümüyle sahip olmak için duyduğu umutsuzca yoğun gereksinim yüzünden onu yutup yok etmekten kaçınmak amacıyla kendisini geri çekmek zorunda olduğu uyarıcı ve gereksinim duyulan bir nesne olarak görür.
Depresif ise, nesneyi nefret uyandıran bir yadsıyıcı, ya da Fairbairn’in deyişiyle, ‘’yerini iyi bir nesneye bırakması için yok edilmesi gereken reddedici bir nesne’’ olarak görür.
Bu noktada, şizoid bireylerin dış ilişkilerindeki durumunu şöyle inceleyebiliriz. Gerçek libidinal benlik, kitlesel bir geri çekilmeyle içe kapanır ve zihinsel etkinlik gizli bir iç dünyada yolunu bulamaz hale gelir. Bu durumda bilinçli ego, hayati duygu ve eylemlerden arındırılmış bir halde adeta bir film karesi gibi, tarafsız bir gözlemci rolü üstlenir. Rüyalar, espriler ve fanteziler, iç dünyaya ait görüntüler sunabilir; ancak bilinçli ego, bu dünyaya kişisel olarak dahil olmaktan kaçınarak yalnızca bir raporcu gibi davranır.
Bleuler’in klasik “şizofreni” kavramında benlik bölünmesi, şizoid görüngünün en belirgin özelliği olarak tanımlanır. Ancak psikanalitik literatürde bu bölünmenin, yaşamın ilk evrelerinde bebeklik dönemindeki iniş çıkışlarla bağlantılı olduğu belirtilir. Benlik bölünmesi ile libidinal oral içe alım arasında sıkı bir ilişki vardır. Bu noktada bebeğin ağız bölgesine odaklanmamız gerekir; zira ağız, bebeğin ilk tatmin aracı, sevgi ve nefretin ilk kanalları ve sosyal temasın ilk yoludur.
Bebeğin anne memesiyle kurduğu ilişki, libidinal nesne algısının temelini oluşturur. Anne, bebeğin libidinal nesnesi olarak bütünsel bir varlık olsa da, libidinal ilgi genellikle memeye odaklanır. Bu işlevsel bağımlılık, ilişkideki sarsıntılarla birlikte memeyi kısmi nesne konumuna iter.
Oral evredeki bu içe alım tutumu, yalnızca alma değil, aynı zamanda içselleştirme amacı taşır. Bebek, annenin içinde bulunduğu şartları kendi dolu ve boş olma deneyimine göre yorumlar. Yoksunluk durumunda, boş olma halinde kendini boş hissetmekle kalmaz; içinde bulunduğu durumu, annesini kendisinin boşalttığı şeklinde yorumlar – zira yoksunluk hem oral ihtiyacını artırmış hem de bu ihtiyaca saldırgan nitelik katmıştır.
Yoksunluk ayrıca içe alım ihtiyacının kapsamını genişletilir; bebeğin içine almaya ihtiyaç duyduğu şey memenin içindekilerle sınırlı kalmayıp memenin kendisini, hatta bütünüyle anneyi kapsar hale gelir-. Bebeğin memeyi boşaltmaktan ötürü yaşadığı kaygı böylece libidinal nesnesini yok etme kaygısına yol açar; annenin emzirdikten sonra kendisini bırakıp bırakıp gitmesi de bu izlenimi güçlendirmiş olur.
Bebek, sonuç olarak, libidinal tutumundan ötürü libidinal nesnesinin gözden kaybolduğu ve tükendiği çıkarımına varır; sonraki aşamada da yiyeceğin yendiği zaman dış dünyadan kaybolduğunu, hem karnım doysun hem ekmeğim dursun diyemeyeceğini öğrenince bu çıkarım teyit edilmiş olur.İlk oral evreye saplanma, bu libidinal tutumun özelliklerini yoğunlaştırır ve şizoid karakter ile semptomların temelini oluşturur.
Şizoid bireylerin kısmi nesne yönelimi, büyük ölçüde gerilemeci bir olgu olarak ortaya çıkar. Bu durumun kökeni, bebeğin anneyle kurduğu duygusal ilişkide tatminsizlik yaşamasına dayanır. Sevgisini sıcak ve sahici bir şekilde gösteremeyen anneler, şizoid gerilemeyi körükleyen en büyük etkenlerdendir. Bu eksiklik, şizoid bireyin içe alım ve içselleştirme eğilimini derinleştirir.
İçselleştirme, nesne ilişkilerindeki hayal kırıklıklarına karşı bir savunma mekanizması olarak kullanılır. Oral dönemin içe alım özelliği bu süreci besler. Şizoid bireylerin nesnelerle olan ilişkilerinde yutma ve yutulma fantezilerine sıkça rastlanır.
(a) Beni Yutan Nesne Şizoid bireylerin en yaygın korkularından biri, nesneler tarafından yutulma hissidir. “Kalabalığın beni yutacağından korkuyorum” veya “Size yaklaşırsam, bana boyun eğdirip kişiliğimi yitirmeme neden olacaksınız” gibi ifadeler bu korkunun dile gelmiş halleridir. Bu korku, şizoid bireyin kabuğuna çekilerek kendini koruma mekanizması geliştirmesine yol açar.
(b) Karşılıklı Yutucu İlişkiler Şizoid bireyler, sevgiye duydukları yoğun açlık ve doyurulmayan gereksinimleri nedeniyle, nesneleri yalnızca arzularının birer uzantısı olarak algılama eğilimindedir. Bu algı, derin kaygılara ve bilinçdışında karşılıklı bir yutma korkusuna yol açar. Sonuç olarak, bağımsızlık kaybını önlemek için tüm ilişkilerden geri çekilmek zorunda hissederler. Ancak bu geri çekilme, kişinin nihai korkusu olan boşluk hissini de derinleştirir.
Sonuç olarak, şizoid bireylerin iç dünyası, içe alım ve yutulma arasındaki gerilimle şekillenir. Bu gerilim, hem bireyin kendisiyle hem de dış dünyayla kurduğu ilişkilerde belirleyici bir rol oynar.
– E. Şeyma Bilmen