• bilgi@onlinepsikolojikdanisman.com
  • 0505 421 09 58

Suçluluk ve Utanç

Hayat, adeta bir tahterevalli gibi bir yükselip bir alçalıyor. Yükseğe çıktığımızda kuşkusuz bu anın sonsuza kadar süreceğini düşünüp coşkuyla seviniyoruz. Tahterevalli aşağıya indiğinde ise, tıpkı yukarıda olduğumuz gibi, sonsuza kadar bu anda kalacağımıza ve asla bu durumdan kurtulamayacağımıza inanıyoruz. İşte bu yazımda tahterevallinin aşağıya doğru indiği zamanlar hakkında konuşmak istiyorum.

Aklımıza hemen, içinde bulunduğumuz durumu kabullenmek gelir. Hatta son dönemde popülerleşen Kabul ve Kararlılık Terapisi (ACT) adlı bir yaklaşım bile var. Ancak burada şu hataya sakın düşmeyin: Psikoloji bir bilim dalıdır ve bu bilim dalının kavramları kendine özgüdür. Halk arasında “ego,” “libido” veya “cinsellik” ne anlama gelirse gelsin, bu terimlerin bilimsel anlamları farklıdır. Aynı şekilde “kabul” kelimesinin anlamı da farklıdır. Kabul etmek, kadere boyun eğmek değildir. Kabul etmek; hayatın acısıyla tatlısıyla bir mozaik olduğunu, acıdan gözümüzde yaş kalmayacak şekilde ağladığımız anlar ile mutluluktan gözlerimizin dolup taştığı anların bir arada olduğunu anlamaktır. “Acı, kaçınılmazdır; ıstırap ise bir seçimdir.” der Buddha. İşte hayatın bu çelişkisi, onun diyalektiğidir.

Bir de hayatımızın kötüye gittiği zamanlarda kendimizi suçlama eğilimimiz vardır. “Benim yüzümden oldu,” deriz. “Ben sebep oldum bunlara.” Elbette birçok şey bizim seçimlerimizle olur, ancak unutmamalıyız ki birçok şey de bizim kontrolümüz dışında gerçekleşir. Böyle durumlarda iki duygu öne çıkar: suçluluk ve utanç. Bu iki duygu birbirine benzese de aslında farklıdır.

Suçluluk, davranışımız hakkında kendimizi kötü hissetmektir. Utanç ise davranışlarımızdan ziyade kendimizle ilgilidir. Suçluluk, kendi mahkememizde davranışlarımızı yargılamaktır. Utanç ise bizzat kendimizi yargılamaktır. Freud’un şu sözü bu durumu çok güzel açıklar: “Suçluluk, insanın kendi ahlakına ters düşmesinden doğar; utanç ise başkalarının gözünde düşülen değersizlikten.”

Elbette yargılanması gereken şey davranışlarımızdır. Bu yüzden, suçluluk hissi duygusal anlamda normal bir skala içindedir, tabii uçlarda yaşanmadıkça. Ancak utanç duygusu için bunu söylemek mümkün değildir. Ne yaşarsanız yaşayın, yargılanması gereken şey davranışlarınızdır, kendiniz değil. Bizi asıl zarara uğratan da budur. Hiçbir zaman insan, kendi mahkemesinde olduğu kadar adaletsiz yargılanmaz. Sonucu önceden belli olan bu mahkemede hep kendimizi suçlu bulur ve mahkûm ederiz. Zihnimiz, her yere yanımızda taşıdığımız bir açık hava hapishanesine dönüşür. Bu yüzden, olumsuz anlarımızdaki duygularımız ve utançlarımız çoğu zaman bir yanılsama da olsa gerçeklerimiz haline gelir.

Depresyon ve benzeri durumlarda kesin kararlar almamak gerektiğini hep söyleriz. Bu önemli bir tecrübenin ürünüdür. Muhtemelen birileri bu tecrübeyi yaşadı ve başkalarının da aynı hataya düşmemesi için, adeta dikkat çukuru var diye bizi uyarırcasına, hayat yolculuğunda bunu karşımıza bir bariyer olarak koydu. Peki neden böyle? Çünkü yukarıda bahsettiğim durumdan dolayı. Olumsuz ruh hallerimiz, düşüncelerimiz, utançlarımız o anımıza özgü olsa da, onları genel geçer doğrular olarak kabul ederiz. Yaşadığımız sorunları içselleştiririz.

Tüm yazım boyunca anlattığım gibi, bu durum doğru değildir. Ne kadar kötü bir durumda olursak olalım, olumsuz olan şey biz değil, yaşantılarımızdır. Biz yine aynı biziz. Bu yüzden, tahterevallinin aşağıya indiği anları yukarıya çıkmadan hemen önceki anlar olarak görmeli ve sorunlarımıza bu bakış açısıyla yaklaşmalıyız. 

Psikolojik Danışman Süleyman Gene